Yöremizde Kadın Olmak – “Kadir AKSU”

Cumhuriyetimizin 100. yılı nedeniyle 14 Mayıs Anneler günü nedeniyle annelere izafeten kaleme alınmıştır.Uzun yıllar savaşların sürdüğü bu topraklarda kadın olmak, ana olmak kolay değildi. Şartlar çok ağır, sorumluluk çok büyüktü.

Cumhuriyetin ilk yılları ve öncesi ebelerimizin, ninelerimizin büyük çoğunluğu okuryazar değildi. Ana babalarından gördükleri ile yetinen, örf, gelenek ve görenekleriyle yaşayan insanlardı. Pek çoğu savaşa gönderdiği eşini ve evladının yollarını gözleyerek geleceğe umutla baktılar. Pek çoğu da geri dönmediler. Onların acısıyla yanıp tutuşurken, onlara yaktıkları ağıtlarla kendilerini teselli etmeye çalıştılar. Duygularını dışa vurdular, gözyaşı döktüler. Yaşam için çalışmak gerekirdi. Evin hem babası hem anası olmuşlardı. Yöremizin acımasız hayat şartlarıyla, verimsiz topraklarla didindiler durdular. Ayakta kalmak, evlatlarının karnını doyurmak, onları büyütmek, yuvalarını kurmak en büyük arzularıydı.

Erkek egemen bir toplumda yeri geldi, çok azı şiddete maruz kaldı. Bu şiddetler fiziki şiddetten çok psikolojik şiddetlerdi. Kendilerini savunamadılar. Büyüklere, kocasına karşı gelmek ayıptır, ‘’büyükler ne derse o olur ‘’dediler. Hep inandılar. Evlendirilirken kendilerine bile sorulmadı. Kader deyip boyun eğdiler. Hep önlerine baktılar. Şükrettiler.
Toprak verimsiz, halkın çoğu fakirdi. Ancak karınlarını doyurabiliyorlardı. Hatta ziraat öncesi ve sonrası, Rumeli Ormanlarına, Çarşamba’ya, Terme’ye, İstanbul’a, Sakarya’ya giden erkekler çalışır, ziraat zamanı tekrar köylerine gelirlerdi. O zor şartlar altında evlatlarını büyüttüler, evlendirdiler. Zaman geldi bu dünyadan göç ettiler. Mekânları cennet, toprakları bol olsun.

O yıllarda köyde her sülalenin büyük kütük evleri mevcuttu. Evlenen gençler ayrı eve taşınmaz, babalarıyla aynı evi paylaşırlardı. Yemek içmek birdi.
Gelin büyüklere saygısızlık göstermez, kayınpederle aynı sofraya oturmaz, yüksek sesle konuşamaz, evliliğin ilk aylarında gelinlik tutar, kayınpederle konuşmazdı. Ev işlerinin yöneticisi kaynana idi. Gelin evdeki her işi yapar, bağ bahçede, tarlada çalışır beyine yardım ederdi. Yıllar geçti çocukları oldu. Artık ana oldular.

Ana olmak güzel, bir duygudur. Sorumluluğu çoktur. Ana; dokuz ay çocuğunu karnında taşır, korur, dünyaya getirir. Bedeninden bir parçadır, candır, sever, okşar, emzirir, besler. Funda toprağını eler, ısıtır bezler ve beşiğine yatırır’’ ninni yavrum ninni ‘’sesleriyle sallar uyutur. Hastalanınca uyku nedir bilmezdi.

Erkekler, büyüklerinin yanında çocuğunu kucağına alıp sevemezlerdi. Ayıptı. O devirlerde baba olmak güzel ama çocuğunu kucağına alıp sevememek de acı bir duyguydu. Bu nedenle babalar hep çocukları arasında mesafeli kalmıştır. İçten içe evlatlarını sevmişlerdir. Yaşamları boyunca bu ezikliği hissetmişlerdir.
Bu nedenle çocuklar her isteklerini, dertlerini, sevdiklerini hep analarına söylerdi. Babalarından çekinirdi. Babalar kızsa bile, analar çocuklarına siper olurlardı. Sorunları en son babalar duyardı. Analar aynı zamanda çocuk, baba arasında bir elçiydi.

Belki toplumun biçtiği değerde babanın evinin reisi olması, dediklerinin yapılması rolü, babayı daha otoriter, ulaşılamaz, ondan çekinen bir birey olmasına yol açmış olabilir. Bu durum bazı babalar için geçerli değildi.
Analar şefkatlidir. Paylaşmayı severler. Duygusaldırlar. Yemezler, yedirirler. Sokakta oynayan çocukları birbirinden ayırmazlar hepsini düşünürler. Bir lokum ekmeği hepsine paylaştırırlardı. Birer keş dürmecini verir çocukların eline, gidin top oynayın der, çocukları salarlardı sokağa.

Analar, çocuğunu yıkar, temizler, güzel giydirmeye özen gösterir, sever okşardı. Çocuk yaşlarda analarını kaybetmiş çocuklar, yıllar geçse de, yaşlansalar da bir annenin çocuğunu sevdiğini, öptüğünü,, kucakladığını gördüğünde hemen çocukluk yıllarını hatırlar, bir ah çekerler, hayatındaki önemli bir eksikliği tekrar yaşarlar.

Yöremiz analarının çoğu okuryazar değildi. Pek çoğu okuma yazma kurslarına giderek okuryazarlık belgesi almışlardı. Onlar hep çocuklarının okumasını isterlerdi. Okuyun bu çileli hayattan kurtulun derlerdi.
Yılların yorgunluğunu çekemeyen, yeterli olmayan kütük evler bir bir yıkıldı. Her aile kendisine bir ev yaptı. Analarımız eşlerini yalnız bırakmadılar. Yıldırım, Tekmezar Ormanlarından, gece kaçak kütükleri çektiler. Çile çektiler fakat bundan zevk aldılar. Çünkü kendilerine ait bir evleri olacaktı. İstediği gibi dayayıp döşeyeceklerdi.

Yöremizin geçim kaynağı tarım ve hayvancılıktır. O devirlerde tarımda makineleşme olmadığı için tüm işler insan gücüne dayanırdı. Ziraat işleri zahmetli olup belli aylarda ürünlerin toplanması, kış hazırlıkların yapılması zorunludur. Kadın erkek ayrımı olmadan bu işlerin çoğu birlikte yaparlardı. Sabah erkenden kalkan analar, kahvaltıyla birlikte tarlanın yolunu tutar. Varsa bebeği beşiğe beler tarlaya götürürdü. Oraklarla tarlalar genellikle kadınlar biçerdi.

Bazen birbirlerine yardım amacıyla ırgat yaparlar. Birbirleriyle yarışarak, deyişler, yanık yanık türküler söyleyerek akşama kadar ekin biçerlerdi. Bu ekinlerin harmana taşınması, dövenle tığ olması, makinede savrulmasında anaların emeği büyüktür. Elde edilen zahirelerin elenmesi, yıkanması, pişirilmesi, kurutulması ve dibeklerde dövülmesi, el değirmeninde çekilmesi gibi işleri yine analar yapmaktadır. Her ne kadar kadınların yükü fazla olsa da, yöremizin erkekleri her zaman eşlerine yardımcı olmuşlar ve pek çok işi beraber yapmaktaydılar.

Yöremizde kışlar uzun geçer. Kar çok yağar, yollar kapanırdı. Bu nedenle kışa hazırlık yapılması, yiyeceklerin depolanmasında analara büyük iş düşerdi. Patatesler sökülür, kuyulanır, Bulgurlar, unlar hazırlanır ambarlara yerleştirilir, Yayladan pancarlar kesilir. Küplere turşular vurulurdu. Armutlar ezilir, kurutulur döğme unu ve kurusu hazırlarlardı.

Hayvanların otu, samanı hazırlanır, yakacak odunlar çekilirdi. Mart ayı ortalarında hayvanların otu, samanı bittiğinde, alırlar kolanları eline, düşerler Eğricesu Ormanının yoluna. Akşama kadar purç (gürgen filizi) kırarlar, sırtlarına yüklerler, ayaklar ıslak, vücutlar terli terli köyün yolunu tutarlardı. Purçları doğrayarak hayvanlarını beslerlerdi.
Kış günlerinde akşam oturmalarında ise o güzel sohbetlerle birlikte hizmeti yine analarımız yapardı.

Uzun geçen kıştan sonra yavaş yavaş ilkbahar gelmiştir. Erkekler tarlalarda çift sürmeye başlamıştır. Kadınlar onların azıklarını taşır, bazen öküzlerin önünden yürürlerdi. Bostanları kazarlar patates, fasulye, pancar, gibi sebzeleri dikerler. Yaz boyu otunu alırlar, sularlar. İlkbahar ve Sonbahar aylarında güzlelere göçüldüğünde, kadınlar yine günlük olarak güzlelere akşam giderler. Hayvanları sağarlar, Sütünden yoğurt, peynir yaparlar, gece yatar, sabahleyin tekrar köye inerek bağ, bahçe işlerinde çalışırlardı.

Mayıs ortalarında yayla göçü olurdu. O gece hiç uyumazlar, göç sarması, çörek, pişirler. Hayvanları süslerler, sabah erkenden sürüleri önlerine katarak dört beş saatlik yayla yolculuğuna koyulurlardı. Yayla evlerinin temizliğini yaparlar. Koyunları, sığırları sağarlar, sütünden yoğurt, peynir yaparlar.

İhtiyaç fazlasını Çambaşı pazarında satarlar ve aile bütçesine katkı sağlarlardı. Erkekler Haziran ortalarına doğru köye ot biçmeye inerlerdi. Kadınlar ise, Yayladan köye, sırtta çanta, elde iki bakraçla dört, beş saatlik bir yolculuk yapardı. Beylerine yoğurt ekmek taşırlardı. Köye geldiklerinde yine boş durmazlar, bostanları sular, otunu alır, tekrar yayla yolunu tutarlardı.

Yöremiz kadınları ile ilgili duygularımı ‘’Cumhuriyetimizin 100. Yılında Mesudiye’’ adlı kitabımda şöyle dile getirdim.

Saçları toprak kokar elleri de nasırlı
Evinin çatısıdır Melet’in kadınları
Özverili, sorumlu,yaşamları acılı
Yaşam ışıltısıdır Melet’in kadınları

Evet; analarımızın saçları toprak kokar, gübre kokar, ter kokar. 
Aslında bu kokular, geleceğin, alın terinin, yaşama tutunmanın, azmin, helal lokmanın, çocuklarını geleceğe hazırlamanın mis kokularıdır.
Hissedilir. Tiksinti duyulmazdı.

O yıllarda tarım ve hayvancılıkta motor gücü yoktu. Günlük işlerin yapılmasında sadece hayvan gücü ve insan gücü kullanılıyordu. Her evde öküz, bazı evlerde at bulunmaktaydı. Ağır işleri yapılmasında, taşınmasında bu hayvanların gücünden yararlanılıyordu. Ama insan gücü her işte vardı. Kolanla sırtta ot taşımak, odun taşımak, yük taşımak, zahire taşımak, yaşamın yükünü taşımak vardı.

Yaya yolculuğu vardı, otomobil yoktu. Çamaşır makinesi, bulaşık makinesi, elektrikli süpürge, rondo, hamur yoğurma makinesi, makarna kesme makinesi, yufka açma makinesi yoktu hepsi beden gücüyle, kadının gücüyle yapılırdı. Bunun için anaların özverili, sorumlu hayatları da acılıdır.

Günümüzde köylerde tarım ve hayvancılık pek yapılmıyor. Çok az kişi yapsa bile genellikle motor gücü kullanılıyor. Tarlayı süren, eken, biçen, taşıyan, odunu çeken, yolcu taşıyan, yük taşıyan, çamaşırı, bulaşığı yıkayan, evi süpüren fırın işlerini zorunu beceren artık motor gücüdür. İnsan yükü, annelerin yükü büyük oranda hafiflemiştir.

Analar çatıdır. Sadece doluya, yağmura karşı değil, kanat gerdiği evinin tüm fertlerini tehlikelere karşı koruduğu, kolladığı, dertlerine deva olduğu, sevinçlerini paylaştığı, barındırdığı, ninnilerle uyuttuğu, büyüttüğü bir yuvanın çatısıdır.

Hayatlar çilelidir. Ama hiçbir zaman karamsar olmadılar. Yaşamaya değer katılar. Hep yarınları düşündüler, güldüler, eğlendiler, köylerine neşe kattılar.

Sözlü edebiyatımızın, manilerimizin kaynağı analarımız, güzellerden seslendiler, birbirleriyle atıştılar. Dertlerini, duygularını manilere döktüler. Kemençe çalmasa da kına gecelerini, nişanları, şenliğe dönüştürdüler, söylediler, oynadılar. Düğünlerde en güzel yemekleri misafirlerine sundular.

Köy Enstitüsü öğretmenlerinin aydınlattığı ışıkla, geleceği aydınlanan köy çocukları, yatılı okulları kazanarak, öğretmen, ebe, hemşire oldular. Köy çocukları; çocukluk döneminin her sayfasında ana ve babalarının yaptığı her işte çalıştılar, onlara katkı sağladılar, çocukluklarını yeterince yaşamadılar. Onlarında ana ve babaları gibi çileli hayatları vardı. Vefakâr Öğretmenlerimizin, çocukları özveriyle, yetiştirmeleri, ailelerinin buna destek vermeleri, yöremizin çağdaşlaşmasında önemli katkısı olmuştur.

Çocuklarını okutmuş, bir ekmek sahibi yapmış analar artık üzerlerinden büyük bir yükü atmışlar mutlu insanlardı.
70 li yıllara doğru artan nüfus, geçim şartlarının zorlaşması, toprağın insanları doyuramaması nedeniyle artık köyden kente göçler başlamıştı.

Pek çok aile umutlarını, geleceğini şehirde aramayı tercih etmişlerdi. Eşleri fabrikalarda, buldukları her işte çalışarak evi geçindirmeye çalışırken, öncelikleri başlarını sokacak bir yuva kurmaktı.

Yöremiz insanı bunu da kısa sürede başardı. Analar, köy hayatından, çilesinden kurtuldular ama sorumlulukları yine sırtlarında idi. Birçoğu çalıştı, ev işleri yaptılar. Aile ekonomisine katkı yaptılar. Köyde kalanlar ise aynı koşullarda yaşamlarını sürdürdüler.

Yıllar yılları kovaladı. Hayat şartlarının getirdiği yorgunluk artık vücutlarında hissediliyordu. Bükülen beller, sararan benizler, kırışmış yüzler, titreyen eller, ağırlaşan hareketler, eldeki bastonlar bunun belirtileriydi. Bazılarının adını bile bilmedik. Lakaplarıyla yaşadılar. Birçoğu artık çocuklaşmış bakıma muhtaçtı. Her bir kırışık, ömürlerinden bir hatıra, bir çile çizgisiydi. Kolay değildi. Bir evde evlatlarına analık, yeri geldi babalık görevli yapmak, geçinmek, evlatlarını okutmak kolay değildi. Onları evin baş köşesinde oturtmak, onlarla sohbet etmek, anılarını anlattırmak, yeri geldiğinde köyün mizah kültürünü yazıya dökerek, videolar çekmek, yüzünü okşamak, sevmek, evlatlarının yapması gereken en önemli insanlık görevi değil mi! Eli öpülesi analar bunları fazlasıyla hak etmişlerdi.

‘.Çekyat kıran ‘ demeden, ötelemeden, yaşamlarının son gününe kadar onları huzur içinde yaşatan, vasiyetlerini yerine getiren evlatlar ne mutlu evlatlardır. Analarımızın pek çoğunu kaybettik. Nur içinde yatsınlar. Yaşayanlara sağlıkla dilerim.

İşte bu cefakâr anaların çocukları, zaman geçti anne oldular. Cumhuriyet değerlerine bağlı, yurdun her bir köşesine dağılmış, haklarını savunan, ayakları üzerinde duran, bilime, kültüre önem veren, erkeklerle eşit haklarını bilen, kullanan, ülkesini seven, kalpleri sevgi dolu bir birey olarak toplumda yerlerini aldılar.

Görevlerini en iyi şekilde yapmaya özen gösterdiler. Yetiştikleri şartları, koşulları hiç unutmadılar. Çocuklarına anlatıp durdular. Büyüdükleri toprakları unutmadılar. Köylerine sahip çıktılar. Emekli olduktan sonra pek çoğu yazları köylerine gelerek emekliliklerinin tadını çıkarmaya çalışmaktadırlar.

Bu nesil anneler ve babalar, çocukları ile daha çok ilgilendiler. Onların iyi bir üniversite kazanmaları için çaba gösterdiler. Çocuklarının çoğu yüksek tahsillerini yaptılar. Bazıları yurt dışına gitti, doktorasını tamamladı. Birçoğu akademisyen oldu. Her meslek gurubundan yetişen bu gençler, farklı düşünebilen, entelektüel, olayları farklı yorumlayan, dünya gidişini gözleyebilen, teknolojiyi takip eden, yaşamasını, gezmesini bilen, hoşgörülü birer birey oldular. Yeri geldi anne ve babalarının koruyucu tutumlarına karşı çıktılar. Ülke sorunlarına duyarsız kalmış gibi görükseler bile, her şeyin farkında oldular. Afetlerde, sosyal medyada hemen örgütlenip, toplumsal yaraların sarılmasında canla başla çalıştılar, çalışmaktadırlar.

Günümüz şartları nedeniyle çok çalışmak zorundalar. Yeterince STK lar da görev almaya, zamanları az olması, tatillerinin sınırlı olması nedeniyle pek çoğu da köylerine gidemediler. Köylerini bilmiyorlar. Sadece doyduğumuz yerleri değil, doğduğumuz yerleri de sevdirmek bizlere düşen bir görevdir.

Yeşilce yöresinde kadınlar, ilçemizin pek çok yöresine göre şanslıdır. Cumhuriyetin ilk yıllarında ilkokulun olması, 60lı yıllarda ortaokulun açılması, Köy Enstitüsü öğretmenlerin varlığı ve çalışmaları kız çocuklarının okumasında büyük etken olmuştur.

Öyle ki çok eski yıllarda bile eşlerini döven erkekleri toplum hoş görmez, ayıplarlardı. Kadın erkek birlikte yaşamaya, birlikte iş yapmaya alışmışlardı. İş nedeniyle kadınların yükleri çoktu fakat değerleri her zaman bilinirdi. Saygı gösterilirdi. Fikir ve görüşleri alınırdı.

Yeşilce’de kahvehanelerin bayanlar tarafından çalıştırılması, kadınların, kızların erkeklerle birlikte kahvehanelerde oturması, oyun oynaması, düğünlerde, şenliklerde el ele oyun oynamaları,2004 yılında Mesudiye ilçesinin ilk kadın muhtarının Yeşilce Yeşilyurt’tan seçilmesi, 2019 yerel seçimlerde Yeşilce’ye bayan muhtarın seçilmesi buna en güzel örnek değil mi!

Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün kadına seçme, seçilme hakkı verdiği 1934 yılından bu güne kadar çeşitli zorluklara karşı da olsa kadınlar ülkemizde, çalışma hayatında, kamu yönetiminde belli noktalara gelmiştir.70 li yıllardan sonra Yeşilce bölgesinde daha belirgin olarak, kadınları iş hayatında, kamu yönetiminde, STK lar da çok görür olduk.

Kadının yeri evidir, çocuğunu büyütmektir diyen, kadınların iş hayatında olmasını istemeyen, eve kapatmaya çalışan görüşlere karşı, kadınlarımızın daha örgütlü olmaları, elde ettikleri kazanımların değerini bilmeleri çok önemlidir.

Bunun yolu eğitimli, kültürlü, sorgulayan, ufku geniş, insanlık değerlerine saygılı
bir nesli yetiştirmekten geçtiğini belirtir sevgiler, saygılar sunarım.

29 Ekim 2023
Kadir AKSU
Eğitimci Araştırmacı Yazar

kadiraksu

1955 yılında Yeşilce’de doğdu. İlköğretimini Yeşilce Yeşilyurt ve Gülpınar İlkokulunda tamamladı. Orta öğretimini yatılı olarak, Ordu Hamdullah Suphi Tanrıöver Ortaokulunda ve Ordu Lisesinde tamamladı. Yükseköğretimini Gazi Eğitim Enstitüsü ve İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü Fen ve Tabiat Bilgisi bölümünde tamamladı. Daha sonra Kimya Lisansını yapan Kadir Aksu. 1979 yılında öğretmenliğe Kars Kağızman Kötek Ortaokulunda başlamıştır. Burada dört aylık görev sonunda Ordu – Mesudiye Lisesine atandı.1979-1990 yılları arasında Mesudiye Lisesinde yöneticilik ve öğretmenlik yaptı. 1990 yılından sonra İstanbul’da çeşitli okullarda çalıştıktan sonra 2015 yılında emekli oldu. 1978 yılında Yeşilce Beri Mahallesi Gençleri Yardımlaşma Derneğinin kurulmasında katkı sağladı ve Kurucu Başkan olarak bir dönem başkanlık yaptı. Emekli olduktan sonra Yeşilce Yeşilyurt Durmuş Eğricesu Kültür Merkezinin onarımına düzenlemesine önderlik yaptı. Kültür Merkezinin doküman eseri olan, Halk Kültürü dalında ‘’DÜNDEN BUGÜNE (Ordu-Mesudiye) YEŞİLCE YEŞİLYURT adlık itabını yazdı ve 2018 de yayınladı.2021 yılında Halk Kültürü dalında ‘Maziden Bir Damla ‘adlı şiir kitabını yayınladı. Mesudiye yöresinin kültür, yaşam ve geleneklerini mini bir albüm ve şiir kitabı şeklinde yazarak Mesudiye yöresinin kültürünün yeni nesillere aktarılmasına katkı sağladı. Kadir Aksu evli ve üç çocuk babasıdır.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir