Bizler, bizlerin büyükleri, büyüklerimizin de büyükleri, orta kuşak üstünün bir kısmının çocukluk ve gençlik yıllarını köyümüzde geçti.. Köy çocuğu idik.
Kara sabanla toprağı çizdik. Arpa, buğday, çavdar tohumu saçar, büyüsünde ürün versin, ailenin karnı doysun diye . Ekin zamanı gelince, saman çok olsun diye ekini kökünden yolardık. Deste toplarken düşen kelleleri toplardık ziyan olmasın diye. Yığınlar yığılır, dövenler sürülür, sabaha kadar tığ savururduk.
Sevgili Gençler.! Bir tohumun toprağa atılıp, büyüdüğünü, başak verdiğini, biçildiğini, alın teri ile karışıp ekmek olduğunu gördünüz mü?
Ekmeğin hasını yiyormuşuz da haberimiz yokmuş, yerli un kepekli ekmek. Yeni yeni anlıyoruz.
Bizler o zaman hasrettik beyaz pazar ekmeğine. Yollara düşer, çarşıya gidenleri beklerdik heyecanla!
Sizler, siz gençler böyle bir heyecanı yaşadınız mı ? Babanız şeker getirecek, pazar ekmeği getirecek, meyve getirecek diye pazar yollarını gözlüyor musunuz?
Bu duyguları bilemezsiniz. Şartlarımızla şartlarınız çok farklı. Bizler istesek de istemesek de birer üretici idik Ya sizler?
İlkbahar geldi mi yaylaya göçerdik. Hele o yayla göçleri kağnı arabaları, çanlı kelekli koyun ve hayvan sürüleri ile bir ihtişamdı. Akşamdan göç sarması sarılır ,yolda azıklar açılırdı. Sizler hayatın bu güzelliklerini yaşayamadınız.! Şehrin stresi, acımasız hayat şartları bu tatları yaşatamaz oldu.
Artık yaylada ormanla mücadele başlar. Çoğumuz orman işçisidir. Ağaçları kesmek için gün boyu hızar çekilir, ağaç kabuğu soyulur. Kütükler çekilir, akşam olunca tekrar yayla yolu tutulurdu. Akşama kadar dökülen alın terinin enerji kaynağı, öğle zamanı yenilen çörek, yoğurt, çay, kuru ekmektir.
Sevgili gençler sizler hiç ormancı korkusu yaşadınız mı? Ormancılar kâbusumuzdu. Kaçak kestiğimiz tomrukları gecenin karanlığından yararlanarak, ormancılara yakalanma korkusuyla 4–5 saat yolculuk sonucu sabaha karşı köye getirirdik. Ayıdan, kurttan korkmazdık. Ormancı yakalasa bile çocuktuk, ceza almazdık.
Ya sizler bedenen ezilmediniz, iyi giyindiniz, iyi şeyler yediniz. Bizler ezildik, büzüldük, Öğretmen korkusu, ormancı korkusu, jandarma korkusu, ana baba korkusu ile büyüdük. Sizlerde bu korkular var mı?
Düğün oldu mu en iyi yemekler pişerdi. Keşkekler gödellenir, börekler açılır, sütlaçlar, tatar böreği, patates yahnisi ,pezik boranısı pişirilirdi; sarmalar sarılırdı. Yemeğin söz keseni sütlaç, en kralı börekti.
Börek tepsilerinin nasıl paylaşıldığını gördünüz mü? Şimdi yüzüne bakılmıyor. Ahlât, erik, yabani elmadan başka meyve görmedik Çoğunu İstanbul’da gördük. Armut kurusundan dövme yapılır ,kış çerezi olurdu. Küpler dolusu turşular vurulurdu. Hayvanların samanı yetmediğinde, purç getirilirdi. Helede yılbaşı oldu mu çocuklar kendi. aralarında gruplar kurar, dömbelek yapardık. Kimimiz gelin, kimimiz damat olurduk.Kimimiz un, kimimiz yağ, kimimiz bulgur toplardık. Toplarken de aşağıdaki manileri söylerdik:
Eski cami direk ister İşte geldim kapınıza
Söylemeye yürek ister Selam verdim yapınıza
Benim karnım toktur ama Selamımı almazsanız
Arkadaşım börek ister Daha gelmem kapınıza
Ertesi gün köy meydanında topladıklarımızı satar ,parayı da paylaşırdık. En çok parayı o gün görürdük. O gün en büyük bayramımızdı.
Ya şimdi. yemeğin, meyvenin, sebzenin her çeşidini biliyorsunuz, yiyorsunuz. parayla bebeklikte tanışıyorsunuz. Ama bizim gibi salıncaklar kurarak, şeker toplayarak, büyükleri ziyaret ederek bayramlar kutlamıyorsunuz ! Özel yılbaşı geceleri yaşamıyorsunuz.
Çocukluk yıllarında seçeğe gitmek, secek seçmek en güzel günlerdi. Sevdiklerimizle buluşup top oynardık. Hiç koyunla kuzunun buluşmasını izlediniz mi? Kuzuların binlerce koyun .içinde anasını nasıl bulduğu, gördünüz mü? Bir başka duygudur ana ile oğlun , koyun ile kuzunun buluşması.
Çıra ışığı altında, gaz lambası, idare lambası altında hiç ders çalıştınız mı? 100 öğrenci bir öğretmenle tüm sınıfları bir arada okudunuz mu?
Çalışma masası nedir bilmedik. Televizyon görmedik. Radyo ise birkaç evde vardı., Çalışma odamız olmadı. Ama acımazsız hayat şartları, yoksulluk bizleri, yıldırmadı pek çoğumuz okuduk.
Dergi gazete nedir görmedik tek öğrenme kaynağımız bizleri yetiştirmek için çabalayan emeğı unutulmayan, vefakâr öğretmenlerimizdi onlara milyonlarca teşekkürler….
Ya sizlerin çocuklar! özel odanız var. Çalışma masanız,kitaplığınız,gazeteniz,derginiz,
yardımcı kaynak kitaplarınız, bilgisayarınız, dershaneniz, okuryazar ,babanız ve anneniz var.
Çile çekmiş, okumuş veya okuyamamış büyüklerinizin kendi yapamadıklarını, sizlerden istemesi sizleri karşılarında, tahsilli ,kültürlü olarak görmek istemeleri doğal hakları değil mi ?
Çağımız bilgi ve teknoloji çağı ,kas gücünün yerini makine gücü aldı. Dünya küçüldü . Bilgisayarla her şeyi öğrenme imkânı doğdu .Çalısın , Araştırın. Kültürlü olun.!
Çocukluk yıllarında Erik reçinesinden tutkal, çimento kâğıdından çiltlik, kara lastikten silgi, kurum ve yumurtadan kara tahta boyası yapardık. Yamalı pantolondan utanırdık , yamalı pantolon bu gün moda oldu.
Kalemin, silginin, çantanın, binbir çeşidine sahipsiniz, Sabah kahvaltınızda her çeşit gıda yiyorsunuz, her çeşit oyuncağa sahipsiniz, Ya Bizler ! Kesilen ağaçlardan tekerlek çıkarıp yürütmeç yapardık, topaç yapardık, kızak yapar oynardık. Bunları kendi emeğimizle kendimiz yapardık, üreticiydik her şeyimiz değerli idi.
Ya şimdi ! Her şey hazır alınır,. değeri kıymeti bilinmez. Giyecekte markaya bakılır modası geçti diye yeni elbise ve ayakkabılar atılır. Ekmeğin çoğu çöpe gider.
İşte gençler , yıllar böyle geçerken gün geldi, artan nüfus, doyamayan mideler, nedeniyle ,1950–1960 yıllarda köyden İstanbul göçler başladı. Pek çoğumuz isçi memur olduk. Önceleri başımızı sokacak bir yuva kurduk. Zamanı geldi ,apartmanlar diktik ,otomobiller aldık .Geçmişimizi, çektiklerimizi unutur olduk, evlatlarımızı yetiştirmeye gereken önemi veremedik Çocukların eğitimine gerekli parayı ayırmadık, çocuklarımızın pek çoğunu ,vasıfsız olarak ekonominin acımasız dişlileri arasına savunmasız olarak bıraktık.
Çoğumuz emekli olduk, yazın köylere döndük. Artık İstanbul’un çilesinin ,eski çilelerden büyük olduğunu gördük.
Bizleri yaşadığımız şartlar altında değerlendirin , yargılamayın !Şunu bilin ki her anne babanın gönlünde yatan duygu, sizlerin iyi insan olmasıdır.
İşte yetiştiğimiz şartlar ! yetiştiğiniz şartlar.! Düşünün tartışın . Elbet bugünkü şartlar iyi olacak, fakat yarınki şartları bilmiyoruz . Şüphesiz gelecek zaman daha da zor olacak.
Hayat şartlar içersinde sizleri ne şehirli ne köylü yapabildik. İki kültür arasında kaldınız. Gelenekleri, görenekleri ,örf, adetleri, akrabalık dereceleri, unuttunuz .Geçmişi yaşatmak kültürümüzü yeni nesillere aktarmak için biz büyüklere bir görev daha düşüyor.
Gelin birlik olalım. Yeşilce-Yeşilyurt İlkokulunu ,kültür merkezine dönüştürelim. Belediye başkanlarının, mahalle muhtarlarımızın,okulumuzda görev yapmış öğretmenlerimizin,dernek başkanlarımızın,fani dünyaya göçmüş insanlarımızın,yaşayan insanlarımızın,çeşitli etkinliklerin sergilendiği fotoğraf galerisi,soy ağacımız, köy için yazılan şiirler,maniler,fıkralar,efsaneler,gelenek,görenek, örf ve adetlerin yazılı olduğu dökümanlar,kıyafetlerin,tarım aletlerinin ,el sanatlarının ,ev aletlerinin sergilendiği sergiden oluşan bir kültür evi oluşturalım.
Hem okulumuzu korumuş, hem köye gelen gençlere kültürümüzü geçmişimizi tanıtmış oluruz.
Bu konunun gündeme alınıp geç kalınmaması dileğimle hepinize saygı ve sevgilerimi sunar;gençlerimize ve çocuklarımıza başarılar dilerim.
Kadir AKSU
Kaleminiz keskin, bilgi, aydınlıkla dolu olsun.
Kadir arkadaşımızı, bu özgün yazı ve sade anlatımından ve adeta kendimizi o yaşamın içinde bularak ve adeta yaşayarak okudum. Çok güzel bir anlatım ve gençlere yönelik, geçmişden geleceğe köprü olabilecek ve yaşanan ve kullanılan üretim araçlarını ve objeleri biraraya toplayarak kültürümüzü aktarması ve kuşaklara bir sermaye olarak bırakabilmesi gercegiyle; kutluyorum.
Kadir hocamız seni candan kutluyorum.